Türk milletine inan ve güven

Ben, 1919 yılı mayısı içinde Samsun’a çıktığım gün
elimde, maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin soyluluğundan doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. Ben Türk ufuklarından bir gün kesinlikle bir güneş doğacağına, bunun sıcaklık ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu âdeta gözlerimle görüyordum. 
1937 (Cumhuriyet gazetesi, 1.4.1937)

Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O tutsaklık ve aşağılığı kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve kendisine, "Ey millet! sen tutsaklık ve aşağılığı kabul eder misin?" diye sormak gerekir. Ben, milletin vereceği cevabı biliyorum. Ben, milletin büyüklüğünü biliyor ve bu soru karşısında, onun, o soruyu soran çocuklarını canı gibi seveceğini ve alınlarından öpeceğini biliyorum. Ben biliyorum ki bu millet, kendisine bu soruyu soran çocuklarının, hep o esasa dayanan çare ve hazırlıklarını canla, başla kabul edecektir. Onun için işte ben şimdi bu yoldayım, onun çok sağlam bir yol olduğuna inanarak!
1920 (Yunus Nadi Abalıoğlu, Ankara’nın İlk Günleri, s. 99)

Yabancılar tamamen inanmalıdır ki Türkiye ve Türkiye’de yaşayan millet başlı başına bütün dünya milletleri içinde etkin bir varlığa sahiptir; bu yok edilemez.
1919 (Atatürk’ün S.D.1I, s.3)

Millî Mücadele’ye inan

Ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler, milletin asıl vatanı, ümitsiz felâkete düştüğü zaman görevli oldukları, vicdan, namus, onur bakımından yükümlü bulundukları görevi yapmak durumunda kaldılar. Bunu elbette yapacaklardı; yapmaları zorunlu idi, vicdanî idi, insanî idi, millî namus gereği idi. Ben bu kutsal esasların dışında hareket edebilir mi idim? Efendiler; elbette edemezdim. Türk milletinin gerçek hiçbir bireyi bu gereklerin dışında hareket edemezdi. Ben elbette bu elim manzara karşısında vicdanımın emirlerine muhalif, millî namusumuza aykırı hareket edemezdim. Bağlı olmakla övünç duyduğum yüksek topluluğun yüksek onuruna elbette aykırı hareket edemezdim. Bence bağlı olmakla övündüğüm milletin hiçbir bireyi bu namus gereğinden asla sapmamıştır. Eğer bunun dışında gösterilenler varsa inanınız aziz, namuslu vatandaşlar; onlar kalp ve vicdanı milletimizin ortak temiz vicdanından hiç esinlenmemiş kapkara sefil vicdanlardır.
1925 (M.E.İ.S.D.1, s.22)

Ölmek isteyen bir milleti hiçbir kuvvet kurtaramaz. Türk milleti ölmek istemez; o, daima yaşayacaktır efendiler! (Şevket Aziz Kansu, Türk Dili Dergisi, Sayı:12, 1952, s.682)

Türk, tutsaklık kabul etmeyen bir millettir. Türk milleti
tutsak olmamıştır. 1925 (Atatürk’ün S.D. II, s. 230)

Biz mücadelemize başlarken işgalci düşmanları kendi kuvvetimize ve Allah’ın yardımına dayanarak kovacağımızdan emin idik; bu inanç ve güvenimiz bugün de sarsılmaz
dır. 1921 (Atatürk’ün S.D.II, s.25)

Millet yürüdüğü yolu pek büyük yanılmazlıkla seçmiştir ve bu yolun sonunda parlayan mutluluk güneşini bütün açıklığıyla görmektedir. Bu millet o güneşe ulaşacaktır. Ve hiçbir kuvvet onu engel olamayacaktır.
1921 (Atatürk’ün S.D.I, s.214)

Baş olacakların ortaya çıkması

Millî amaç için ortaya atılacakların, bugün ortadan kaldırılmasını düşünen yalnız saray, hükümet ve yabancılardır. Fakat, bütün memleketin aldatılmasını ve aleyhe çevrilmesini de ihtimal içinde görmek gerekir. Baş olacakların, her ne olursa olsun, gayeden dönmemesi, memlekette barınabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye kadar, amaç uğrunda özveriye devam edeceklerine işin başında karar vermeleri gerekir. Kalplerinde bu kuvveti hissetmeyenlerin girişime geçmemeleri elbette daha iyidir. Zira, bu takdirde, hem kendilerini ve hem de milleti aldatmış olurlar.

Bir de söz konusu görev, resmî makam ve üniformaya sığınarak el altından idare edilemez. Bu tarzın bir derecesi olabilir. Fakat, artık o dönem geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve milletin hukuku adına yüksek sesle bağırmak ve bütün milleti, bu sese iştirak ettirmek lâzımdır. Benim, görevimden uzaklaştırıldığıma ve her türlü sonuca mahkûm bulunduğuma şüphe yoktur. Benim ile açıkça birlikte çalışmak, aynı sonucu şimdiden kabul etmektir. Bundan başka, söz konusu ettiğimiz durumun gerektirdiği adamın, diğer birçok görüş noktalarından dahi, ne olursa olsun benim şahsım olabileceği gibi bir iddia mevcut değildir. Yalnız, herhalde, bu memleket evlâdından birinin ortaya çıkması zorunlu olmuştur. Benden başka bir arkadaşı dahi düşünmek mümkündür. Yeter ki o arkadaş, bugünkü durumun kendisinden istediği şekilde harekete razı olsun!
1919 (Nutuk 1, s.44-45)

Askerlikten istifa ettiğini, Erzurum’dan valiliklere bildiren 9 Temmuz 1919 tarihli yazı:

Kutsal vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni isteklerine kurban etmemek için açılan Millî Mücadele uğrunda milletle beraber serbest şekilde çalışmaya resmî ve askerî sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu kutsal amaç için milletle beraber sonuna kadar çalışmaya mukaddesatım adına söz vermiş olmam sebebiyle pek âşıkı bulunduğum yüce askerlik mesleğiyle bugün ilgimi keserek istifa ettim. Bundan sonra millî kutsal amacımız için her türlü özveriyle çalışmak üzere milletin içinde bir savaşan birey olarak bulunmakta olduğumu yazıyla duyurur ve ilân ederim.    1919 (Atatürk’ün T.T.B. IV., s. 49)
Bağımsızlık amacının elde edilişine kadar, tam olarak milletle birlikte, özverili çalışacağıma mukaddesatım adına yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kesindir. 1919 (Nutuk I, s. 21)

Millete hizmet etmek için en sağlam yolun, her türlü görünürdeki gösterişten vazgeçip ancak milletin içinde bulunmakla, manevî ödülü maddî ödüle tercih etmekle mümkün olacağını takdir edenlerdenim. Bu nedenle yaşamda başarmak için, millete hizmet etmek için yalnız nezaret makamına geçmek gereceğini düşünmedim. Makam tutkusu dedikleri bu ise, bende ve arkadaşlarımda böyle bir şey yoktur. Bunu herkesin açıkça bilmesini isterim. Üzerimize aldığımız görev çok kutsaldır; onun kutsallığına birtakım kişisel tutkularla zarar verildiğini hiçbirimiz arzu etmeyiz.
1919 (Atatürk’ün S.D.III, s.9)

Milletin tutsaklıktan kurtarılması, egemen ve bağımsız olarak topraklarımızda yaşayabilmesi, ancak kararlı ve namuslu ellerin milleti kısa ve doğru yoldan hukukunu ve bağımsızlığını savunmaya yöneltmesiyle mümkün olacaktır.

1919 (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 1969, s. 35)

Milli İradenin coşkunluğu

Millî Millî irade, kendi yönünde bir nehir gibi coşup taşacaktır. Mücadeleyi her noktasından düşünerek kabul etmiş bulunuyoruz.  Memlekette umduğumuz millî uyanış ve coşku oluşmuştur. Sadece dayanıklı olmak ve görevde kusur etmemek temel şarttır.
1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K. (Atatürkle Beraber, Cilt: 1, s. 87)
 
  
Millî iradenin amacı
 
Meclis’in ve o Meclis’te beliren milletin kesin iradesi,hareket şeklimin odağını oluşturacaktır. Hiçbir sebep ve şekilde değişmesine imkân olmayan bu kesin irade, ne olursa olsun düşman ordusunu yok etmek ve bütün Yunanistan’ın silâhlı kuvvetinden meydana gelen bu orduyu anayurdumuzun kutsal ocağında boğarak kurtuluşa ve bağımsızlığa kavuşmaktır. 
1921 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 393)

Bu hareket, milletin bir arzusudur; hatta bir gereksinimidir. Bu arzu ve gereksinimi doğuran şey de kişiler değil, doğrudan olaylardır. Devletin bütünlüğünü ve bağımsızlığını tehdit eden hukuk dışı birtakım tutkular, topraklarımıza hiçbir hakka dayanmaksızın vuku bulan saldırılar, tehlike karşısında millete birleşmek gereğini duyurmuştur.
1919 (Atatürk’ün S.D.III, s. 6-7)

Millî dava, ancak bu inan, bu irade ve kararlılıkla gerçekleştirilecektir. Yaşaması ve muzaffer olması gereken naçiz şahıslarımız değil, millî kurtuluşu temin edecek olan fikirlerdir.
1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.ÖK.Atatürkle Beraber, Cilt: I, s. 203)

En büyük Hazine: Anadolu

Aziz ve mübarek vatanımızı kurtarmak için bütün aydınların, herkesin hazır olması lâzımdır. İstanbul’a gitmeyeceğiz. Anadolu, en büyük hazinedir. Vatanın sinesinde kurtuluş çarelerini beraberce ölünceye kadar aramaya, sağlama
ya çalışacağız.
1919 (Sırrı Kardeş, M. Kemal Kırşehir’de, s30)

Anadolu’ya geçiş sebebi

Düşman süngüsü altında millî birlik olamaz. Ancak özgür vatan topraklarında vatansever, özverili arkadaşlar el ele vererek memleketin bağımsızlığı ve milletin özgürlüğü için çalışabilirler. Ben de zaten onun için gidiyorum.
1919 (Hüsrev Gerede, 20. Asır Mecmuası, Cilt: 3, Sayı : 66, 1953 s. 28)

İstanbul’u terk etmek zorunluğu, İstanbul’da oluşan elim şartlardan idi. Anadolu’ya geçmekteki amacım, Anadolu’nun ortasında ve Türk milletinin büyük kitlesi içinde, Türk milletinin yüksek karakterine ve sarsılmaz kararlılık ve imanına dayanmak idi. Bundan başka hiçbir önlemin, memleket ve milletin derin yarasına çare olamayacağına kesin olarak inanmıştım. Onun için Samsun’a ayak bastığım dakikada aldığım ilk önlem, Samsun ve çevresine dair yanımda bulunanlara gereken emirleri ve direktifi vererek hemen güneye yürümek oldu.      
1924 (Atatürk’ün S.D.v, s. 101)
 
Beni İstanbul’dan Samsun’a götüren vapur Boğaziçi’ni terk ederek Karadeniz’e girerken İstanbul ufuklarına baktım. Orada her türlü savunması engellenmiş, kalp ve vicdanları kan ağlayan, beyinleri yanan İstanbul halkı için ağladım, gözlerim yaşardı. Fakat bu sevgili kardeşlerin, her ne olursa olsun kurtulacağına o kadar emindim ki, bu güven benim için savunma nedeni oldu.
1924 (Atatürk’ün S.D.V., s.101)

Ecdat sesi ve uyanış

Ne zaman başladığı bilinmeyen zamanlardan beri bağımsızlığın şerefi ile yaşayan milletimiz, en feci bir çökmeyle son buluyor gibi görünmüşken, tutsaklık kaygısına karşı evlâdını ayaklanmaya davet eden ecdat sesi kalplerimiz içinde yükseldi ve bizi son kurtuluş mücadelesine davet etti. 
1921 (Atatürk’ün S.D. 1, s. 165)

En büyüködül

Karşı koymakta sona kalanlarımız, bir tepede yaşamlarina son verirler. Gelecekte "Burada yatanlar, vatanlarınıkurtarmaya çalışanlardır" diye bir yazılı taşa sahip olabilirlerse ödülleri, bu olur.
1920 (Fahrettin Altay, Millî Mücadele Hatıralarım; Hayat Mec. Yıl: 3, No: 127, 1959, s. 28)

Mücadeleye mecburuz
 
Millî savunmamızı, düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar bırakamayız. İstanbul mabetleri etrafında düşman askerleri gezdikçe, özvatan toprakları üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz, mücadelemizde devam etmek zorunluğundayız. Kendi hükümetimizin yönetimi altında mutsuz ve fakir yaşamak, yabancı tutsaklığı pahasına kavuşacağımız huzur ve mutluluğa bin kere üstündür.
1920 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 307)

Associated Press muhabirine Ankara’da demeci:

Yıllarca mücadele etmek zorunluğunda olsak bile Yunanlıları Anadolu’dan kovmaya kesin şekilde karar verdik.
Türkiye Türklerindir! İşte milliyetçilerin ilkesi budur. Biz,hukukumuzu savunma için mücadeleye devam etmeye karar verdik. 
1921 (Atatürk’ün S.D.V, s. 83)

Tarih ve olayların yöneltmesiyle, gerçekten içine düştüğümüz bugünkü kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan heyecana kapılmayacak ve üzülmeyecek hiçbir vatansever düşünülemez. 1919 (Atatürk’ün S.D.I, s.3)
 
Her zamandan ziyade inanıyorum ki savaş, pahalı bir iştir. Savaşın sürüklediği facialar ve dehşetten üzgünüm. Fakat savaşmaksızın elimizdeki silâhları bıraktığımız zaman, nasıl tamamen harap olacağımızı da biliyorum.
1921 (Atatürk’ün S.D.V, s. 84)

Milli Mücadele ve örgütlenme

İzmir dramından sonra idi ki, milletimiz gerçekten duygulandı, uyandı ve derin uçuruma sürüklendiğini anladı. Ve ondan sonra hukukunu kendisi savunmaya karar verdi. Şüphesiz ki bunu yapabilmek için bir şekil almak, örgütlenmek gerekirdi; zaten her taraftan örgüt ve şekillenme daha evvel başlamış idi. Fakat, evvelâ Erzurum ve bundan sonra Sivas Kongreleri’nde genel birliğimiz oluştu. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin bildirge ve tüzüğünün içeriği önemlidir.
1920 (Atatürk’ün S.D.II, s.11)

Benim görüşüm milletvekilleri İstanbul’a gitmeseydi,Meclis-i Mebusan orada toplanmasaydı, dışarıda güvenli biryerde toplanıp orada bütün memleketi, bütün milletin, başkent’in alın yazısını korumuş olsaydı, İstanbul işgal olunmazdı. İstanbul’un işgaline tek sebep, hükümetin bir takım anlamsız ve çürük görüşlere saparak irade zayıflığı göstermiş olmasıdır. 
1920 (Atatürk’ün S.D.I, s.46)

Milli örgütün sosyal yapı içinde kuruluşu

Örgütün diğer ayrıntılarına bakacak olursak, işe köyden ve mahalleden ve mahalle halkından, yani bireyden başlıyoruz. Bireyler düşünür olmadıkça, hukukunu kavramadıkça, kitleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya fena yönlere yöneltilebilir. Kendini kurtarabilmek için her bireyin, mukadderatıyla bizzat ilgilenmesi gerekir. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir kuruluş, elbette sağlam olur. Şüphe yok, her işin başlangıcında, aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade yukardan aşağı olması zorunluğu vardır. Birincisinin belirmesinde, bütün insanlık için amaca erişme kolaylaşmış olurdu. Böyle olmanın pratik ve maddî imkânı henüz bulunmadığından bazı girişimciler, milletlere verilmesi gereken yönün çizilişinde kılavuzluk ediyorlar. Bu suretle yukardan aşağıya şekillendirilebilir. Biz, memleketimiz içindeki yolculuklarımızda doğal olarak birinci tarzda başlamış olan millî örgütümüzün gerçek kaynağa, bireye kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru gerçek şekillenmenin başladığını büyük memnunlukla gördük. Bununla beraber, olgunlaşma derecesine eriştiğini iddia edemeyiz. Bunun için, özellikle aşağıdan yukarıya tekrar bir şekillenmenin oluşması amacına özellikle çalışmamız, millî ve vatanî bir görev sayılmalıdır.
1920 (Nutuk III, s. 1185)
 
 
Millî Mücadele’de millî dernekler

Varlığı hususunda ciddî bir endişeye düşmüş olan millet doğrudan doğruya, bizzat müdahale ederek kuvvetini ve yönetimsel tutumunu göstermek gereğini duydu. Bunun sonucu olarak memleketin her tarafında millî cemiyetler kurulmaya başlandı.
Bu cemiyetlerin bugünkü partilerle veya kurulmakta olanlarla hiçbir ilgisi yoktur. Tersine her türlü siyasal amaçtan tamamen uzaktırlar ve varlıklarını sadece memleket bütünlüğünü, millet ve devletin diğer haklarını koruma amacına borçludurlar. Bunların hepsi aynı etkiler ve sebepler altında faaliyet göstermektedirler.
1919 (Atatürk’ün T.T.B.N, s.75)

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Cemiyetimiz millî bilinçten doğan, bütünüyle temiz ve vatansever bir hareketin ürünüdür ve millî bir kuruluşu vardır. Hazinemiz, bağımsızlık ve vatanseverliğin değerini takdir etmeği öğrenmiş olan milletimizdir. Gelirlerimizin kaynağı, milletin kendiliğinden yaptığı bağışlardır.
1919 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s.83)

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk cemiyeti, vatanın parçalanması düşmanlar tarafından kesin olarak duyurulduğu bir zamanda özverili milletimizin vatanı kurtarma endişesiyle birlik oluşturmasından doğmuştu. Müdafaa-i Hukuk kelimesiyle özetlenebilen kutsal amaç, her şeyden evvel vatanın içeriden bütünlüğünü, millî egemenliği ve her sınırdan insafsızca hücum eden dış düşmanların vatandan çıkarılmasını gerçekleştirmeğe yönelik idi. Bu âciz arkadaşınız, ilk andan itibaren vatanı savunma amacının gerçekleşmesi yolunda da bütün millet bireyleri arasında gerçek ve samimî bir dayanışmanın korunmasına ve yüceltilmesine kendimi verdim. En ümitsiz anlardan itibaren en buhranlı ve güçlük gösteren evreler arasında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’mizin gösterdiği sağlamlık ve kararlılığın vatanın kurtuluşunu ve milletin bağımsızlığını temin için etkili bir nedenolduğunu gönül borcu ile anarım. Bağımsızlık tarihimiz, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni ve onun saygıdeğer üyelerini yücelterek hiç silinmeyecek şekilde zihne yerleştirecektir. 
1923 (Atatürk’ün TTB. Iv, s.491)

Millî Mücadele’de Trakya

Trakya davası, Anadolu davasıyla eştir. Türk milletinin özverisi, kararlılığı sayesinde her iki dava da kurtarılacaktır. O mutlu anın gelişine kadar birlik ve uzlaşma ile hareket olunması rica olunur.
1920 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s.364)

Milli Mücadele’nin amacı
 
Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı.Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da bölüştürülmesini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi anlamı kalmamış birtakım manasız sözlerden ibaretti. O halde ciddî ve gerçek karar ne olabilirdi? Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî egemenliğe dayanan, kayıtsız ve şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur. 1927 (Nutuk I, s. 12)

Aydın cephesinde, kutsal vatanı istilâ etmeye çalışan düşmanla Kuva-yi Milliye çarpışmakta ve her karış toprağına vatana bağlı ve özverili evlâtlarının cesetlerini gömmektedir. Hiçbir kuvvet, hiçbir yetki, tarihin emrettiği bu görevden milletimizi engelleyemeyecektir.
1920 (Nutuk 1, s. 397)

Kuva-yi Milliyemizin etkin egemeni, ancak millet ve yüksek millî amaçlardır; başka hiçbir birey ve topluluk etkili Olamaz. 
1919 (Atatürk’ün S.D.V, s.79)

Bütün millet, bütün dünya bilsin ki, en sonunda millet tam bağımsızlığının temin edildiğini görmedikçe, yürümeye başladığı yolda bir an durmayacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.110)

Şüphe etmiyorum ve hiç kimsenin şüphe etmeyeceğini zannediyorum ki, Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti’nin bugüne kadar izlediği siyaset, tamamen millî emellere uygundur. Bu siyasetin ne olduğunu tekrara gerek görmem. Yalnız iki kelimesini zikredeceğim ki, o da millî sınır içinde milletin bağımsızlığıdır ve bu, gayet kuvvetli ve büyük anlam ifade eder esastır. Bugüne kadar, bu esastan ayrıldığımızı akla getirecek en ufak bir işareti bile göstermek mümkün değildir. 1921 (G.C.Z., cilt: I, s. 333)

Birinci TBMM.’nin 24 Nisan 1920 günkü gizli birleşiminde söylemiştir:

İstanbul ortamının, Ferit Paşa Kabinesi’nin kabul ettiği şeyi kabul etmek şerefimizi, hayatımızı, her şeyimizi bırakmak, yani İngilizlere tutsak olmaktır. O zaman yapılacak iş yoktur. Yok, bu milleti millet olarak, insan olarak namus ve şerefiyle yaşatmak istiyorsak, kabul edeceğimiz nokta ve esas, mevcut bütün kuvvet ve araçlarımızı gereğine göre kullanarak bizi yok etmeğe çalışan düşmanların düşmanca olan emellerini kırmaktır ve ben şahsen, kesinlikle şüphe etmem ki, bütün arkadaşlarımız ancak böyle yüce hisle buraya gelmişlerdir ve yapacakları tarihî görevin büyüklük derecesini, incelik ve önemini bütün açıklığıyla anlamış bulunuyorlar. 
1920 (G.C.Z., cilt: 1, s.8)

Kendi kuvvetimize dayanmak

Birinci T.BM.M’nin 29 Mayıs 1920 günkü gizli birleşiminde söylemiştir:

Bir defa varlığımızı koruma ve millî emellerimizi temin için gerçek dayanağı dışarıda değil içerde, kendi vicdanımızda bulmak ilkesini Hükümet kabul etmiştir. Çünkü, kendi kuvvetimizi göz önüne almaksızın dışardan, şuradan buradan gelecek kuvvetlere dayanarak emel izlersek ve o kuvvetten ve o imdattan yardım da gelmezse hayal kırıklığına uğrarız. Bunun için her şeyden önce, kendi kuvvetimize önem veriyoruz. 
1920 (G.CZ., cilt: 1, s. 48)

Türkiye ve Türkiye halkı, bağımsızlığını ve varlığını ortadan kaldırmaya yönelik acı darbeler karşısında kaldığı gün, insanlık dünyasında hiçbir dayanak noktasına sahip bulunmuyordu. Yalnız ve ancak kalp ve vicdanındaki karar ve imana güvenerek, ya bağımsızlığına sahip ve egemen olarak yaşamaya veyahut ölmeye karar verdi. Bu kararın doğal gereği olmak üzere şu anda devam etmekte olan millî mücadelesine başladı. 
1921 (Atatürk’ün S.D.ll, s. 24)

Birinci T.B.M.M.’nin 12 Mayıs 1921 günkü gizli birleşiminde söylemiştir:
Meclisimizin, millete karşı yerine getirilmesini üstlendiği karar, öteden beri ilân ettiğimiz, hepimizce bilinen bir esasta toplanmıştır. O esası, bir daha tekrar etmek isterim: Millî sınırlarımız içinde memleketin bütünlüğünü ve milletin tam bağımsızlığını temin etmek. Bizim, millete karşı üstlendiğimiz görev, bunu temin edecektir. Bu sebeple Meclis’in ve Hükûmet’in izlediği siyaset, bu amacı elde etmeye yöneliktir. Kurulunuz hedefe yürürken daima memleketin, milletin kuvvetine dayanarak yürümüştür. Bu sebeple denilebilir ki, bizim izlediğimiz siyaset, aslında bağımsız bir siyasettir. Yalnız kendi amacımızı elde etmeye yönelik ve kendi kuvvetimize dayanmış bulunan bir siyasettir.
1921 (G.C.Z., cilt: 11, s. 72)
 

Erzurum Kongresi

1927 yılında, C.H.P. ikinci Büyük Kongresi’ni açarken söylemiştir:

Erzurum Kongresi, belirlediği esaslar bakımından belirtilmeye ve anmaya değerdir. Sivas Genel Kongresi’nde görüşme konusu olan şeyler, aynı esaslar olmuştur. Bu esaslar, açıklanarak ve bütün memleketi içine almak üzere kabul Olunmuştur.   
1927 (Atatürk’ün S.D.I, s.338)

Erzurum Kongresi’ni kapatırken söylemiştir:

Milletimizin kurtuluş ümidi ile çırpındığı en heyecanlı bir zamanda özverili saygıdeğer kurulunuz, her türlü eziyetlere katlanarak burada, Erzurum’da toplandı. Duyarlı ve soylu bir ruh ve pek sağlam bir iman ile vatan ve milletimizin kurtuluşuna ait esaslı kararlar aldı. Özellikle bütün dünyaya karşı milletimizin varlığını ve birliğini gösterdi. Tarih, bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir. 
1919 (Nutuk 1, s. 67; Nutuk III, s. 932)

Sivas Kongresi

Erzurum Kongresi’nden sonra 4 Eylül’de Sivas’ta genel bir kongre oldu. Erzurum Kongresi yalnız Doğu Anadolu’yu temsil etmiş oluyordu. Sivas’ta Batı Anadolu’dan ve Rumeli’den de delegeler gelmiş olması nedeniyle artık vatanın bütünü Anadolu ve Rumeli’de yaşayan bütün millettaşlarımızın görüş noktalarını doğrulamış oluyordu. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi’nde belirlenen esasları aynen kabul etmiş, yalnız ismini genişletmekle kalmamıştır. Bütün Anadolu ve Rumeli’yi içine almak üzere millî birlik ve dayanışma sağlanmıştır. 1920 (Atatürk’ün S.D.I, s.3O)

Sivas Kongresi’ni açarken söylemiştir:

Vatan ve milletin kurtuluşunu amaçlayan zorlayıcı sebepler, sizleri bunca zahmet ve engel karşısında Sivas’ta topladı. Yiğitçesine kararlılığınızı tebrik ve hoş geldiniz demekle, mutluluğumu sunarım.

Millî Meclis’in henüz toplanmamış olduğu bir sırada, baskı altına alınmış ve bağımsızlığını kaybetmiş olan Hükümet Merkezi’nin kendi başına ve haksız bir kararı veyahut millî emellere aykırı bazı dış tekliflere boyun eğme gibi olupbittilerin ihtimaline karşı Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin millî ruhu temsil ederek ve birbirini izleyerek toplanması, şüphesiz ki kurtuluşa götüren   iyi bir işarettir.
1919 (Nutuk III, s. 945-946, 949)
  
1931 yılında, C.H.P. Üçüncü Büyük Kongresi’ni açarken söylemiştir:

Birinci Genel Kongremiz, bundan 12 yıl önce Sivas’ta,bir okul sınıfında yapılmıştı. Oraya gelen delegeler her türlü izlemeler altında, birçok güçlüklerle karşılaşmışlardı.
Görüşmelerimiz, iç ve dış düşmanların süngü ve idam tehditleri içinde yapılıyordu. Fakat, Türk milletinin gerçek duygu ve emellerini temsil ettiğine inanan Kongre Kurulu, millî görevini tamamlama gereğini, her görüşün üstünde tuttu. İzlemekte olduğumuz ilkelerin ilk esaslarını belirledi;ondan sonra da özveri ve kararlılıkla o esaslar üzerinde yürüdü, başarılı oldu.
1931 (Atatürk’ün S.D.1, s. 353)

Misak-ı Millî

Misak-ı Millî, barış yapmak için en uygun ve en azından şartlarımızı içeren bir programdır. Barışa erişmek için bir araya getireceğimiz esasları kapsar. Fakat memleket ve milleti kurtarmak için barış yapmak yeterli değildir. Milletin gerçek kurtuluşu için yapılacak çalışmalar, ondan sonra başlayacaktır. Barıştan sonraki çalışmalarda başarılı olabilmek, milletin bağımsızlığının korunmuş olmasına bağlıdır. Misak-ı Millî’nin hedefi, onu temindir.
1922 (Atatürk’ün S.D.V, s. 95)

Anadolu’nun amacı, her ne olursa olsun Misak-ı Millî’deki ilkeleri elde etmektir. Bu amaçlarının herhalde elde edileceğine, Anadolu yine kuvvetle emindir.
1921 (Atatürk’ün S.D.V, s. 82)

 

Millî dava ve sarsılmaz gücümüz

Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna saldırı yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu savunuyoruz ve savunacağız. Günümüz uygarlığının devletlerarası ilişkilerde ortaya attığı ve en yüce, temiz emel ve düşüncelerin bir özü demek olan "Her milletin kendi yazgısına kendisinin egemen olması" hakkını biz yeryüzünde yaşayan milletlerin hepsi için tanıyoruz, bizim de bu hakkımızın kayıtsız şartsız tanınmasını istiyoruz. Bu meşru ve haklı isteğimizi tanımamak yüzünden akan ve akacak olan kanların sorumluluğu, şüphesiz sebep olanlara aittir. Bizi, millî davamızı izlemekten yıldıracak hiçbir araç, hiçbir kuvvet düşünülmüş değildir. Millî davamız, bizim hayatımızdır. Öldürmeye kalkışılan en zayıf yaratıkların bile, bu isteğe karşı isyan ve nefretle son nefese kadar kendisini savunmaya çalışmasından daha doğal bir şey yoktur.
1922 (Atatürk’ün S.D. 1, s. 229)
 
Birinci Büyük Millet Meclisi’nin Üçüncü Toplantı Yılı’nı açış konuşmasının sonunda söylemiştir:
Bizim için yaşam alevi ve gelecek kuşaklar için kurtuluş ümidi olan kutsal amacımıza durmaksızın yürüyeceğiz ve fakat, Allah’ın yardımıyla kesinlikle başaracağız.

Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hatta 
Çekmez kürenin sırtı o tabut-u cesimi.*
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s.238)

Milletin bağımsızlığını, yine milletin gayret ve kararı
kurtaracaktır. 1919 (Nutuk I, s. 31)

1921 yılında, Amerikalı gazeteci Shaw Moore’a verdiği demeçten:
Biz, Türkiye’nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü kurtarmaya çalışıyoruz. Allah’ın yardımı ve Türk milletinin yenilmez kuvveti sayesinde amacımıza ulaşacağız!
1921 (Atatürk’ün S.D. III, s. 28)

"Hazır ol cenge eğer ister isen sulh u salâh!"** gerçeğini bir an akıldan çıkarmamak millî davamızın istediği gereklerdendir. Bu görüş açısından, uyanık ve hazır bulunmaktan ibaret olan kuralımıza uymağa devam edeceğiz.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s.233)

Çizdiğimiz bir sınır vardır; bu sınırı yabancıların elinde bırakmayacağız! İnancımız pek kuvvetlidir.
1919 (Atatürk’ün S.D.11, s.3)

Anadolu, her türlü sataşmalara, saldırılara karşı bütün varlığıyla kendini savunmaktadır ve bunda başarı kazanacağından emindir. Anadolu bu savunmasıyla yalnız kendi yaşamına ait görevi yerine getirmiyor, belki bütün doğuya yönelik hücumlara engel oluşturuyor. Bu hücumlar elbette kırılacaktır, bütün bu sataşmalar kesinlikle son bulacaktır. İşte ancak o zaman batıda, bütün dünyada gerçek huzur, gerçek refah ve insanlık geçerli olacaktır.
1921 (Atatürk’ün S.D.II, S.21)

Bizi yok etmek görüşü karşısında varlığımızı silâhla korumak ve savunmak pek doğaldır. Bundan daha doğal ve daha haklı bir hareket olamaz.
1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 181)
 
Tarihin bu memlekette şimdiye kadar oluşturmadığı bu millî birlik ve beraberliğin bozulmasına ait her hareketi, bir vatan ihaneti sayarak ona göre gereken karşılığı vermede tereddüt etmeyeceğiz. 
1920 (Nutuk 1, s. 385)

Bütün dünyanın bilmesi gerekir ki, Türkiye halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun Hükümeti, uşak davranışına katlanamaz. Her uygar millet ve hükümet gibi varlığının, özgürlük ve bağımsızlığının tanınması isteğinde kesin olarak direnmektedir. Ve bütün davası da bundan ibarettir! Biz savaşçı değiliz; barışseveriz. Ve bir an evvel barışın gerçekleşmesini görmek ve ona yardım ve hizmet etmek isteriz. 
1921 (Atatürk’ün S.D. 1, s. 181)

Amerika, Avrupa ve bütün uygarlık dünyası bilmelidir ki, Türkiye halkı her uygar ve yetenekli millet gibi, kayıtsız şartsız özgür ve bağımsız yaşamaya kesin karar vermiştir. Bu haklı kararı bozmağa yönelen her kuvvet, Türkiye’nin ebedî düşmanı kalır. Bu hususta insanlık ve uygarlık âleminin temiz vicdanı, kesin olarak Türkiye ile beraberdir. 
1922 (Atatürk’ün S.D.III, s. 48)

Biz mağlûbiyetimizin karşılığını çok ağır ödedik. Elimizden köyler, iller değil, ülkeler alındı. Fakat son lokmasını da ağzından kapmak için bir milletin yaşamına kıymak, canice bir harekettir. Öldürülen bir adamınsa kendini son nefesine kadar cesaretle, mertlikle savunması doğal ve zorunludur. 
1919 (Atatürk’ün S.D. III, s. 11)

Düşmanın pek büyük gayretlerle, özverilerle oluşturduğu ve diğer bazı devletlerin de büyük yardımlarıyla destekledikleri gerçekten eksiksiz ve kuvvetli ordularını mağlûp etmek için kendimizde bulduğumuz kuvvet ve kudret, davamızın haklılığındadır. Gerçekten biz, millî sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Biz, Avrupanın diğer milletlerinden esirgenmeyen, haklarımıza saldırılmamasını istiyoruz.
1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 178)

Biz bir amaç izliyoruz. Bu amacımız öteden beri çeşitli vesilelerle ifade edilmiştir. Ben şimdi de onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını korumak! Bunun içinde namus ve şeref bütünüyle yer alacaktır. Bağımsız olarak milletimizin belli sınırlar içindeki bütünlüğünü korumaktır. Bunun için savaşıyoruz. Efendiler! Memleketimizin ellide biri değil, her tarafı tahrip edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıka
cağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız. Bundan dolayı iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada gerek yoktur. Ben size açık söyleyeyim;
efendiler bazı yerler işgal edilmiştir ve bunun üç misli daha işgal olunabilir. Fakat bu işgal hiçbir zaman da bizim imanımızı sarsmayacaktır. 
1920 (Atatürk’ün S.D. I, s. 78)

Birinci T BM.M.’inde yaptığı bir konuşmadan:
Milletimiz bugün, bütün geçmişinde olduğundan daha çok ve atalarından daha çok ümitlidir. Bunu ifade için şunu arz ediyorum. Kendilerinin* deyişiyle cennetten vatanımıza gözcü olan merhum Kemal** demiştir ki:

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini 
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini

İşte bu kürsüden, bu yüce Meclis’in başkanı olarak yüksek kurulunuzu oluşturan bütün üyelerin her biri adına ve bütün millet adına diyorum ki:

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini 
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini
1921 (Atatürk’ün S.D.I, s. 150)

5 Ağustos 1921 günü, kendisine geniş yetkilerle Başkomutanlık veren Yasa’nın kabulünden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmadan:

Efendiler! Zavallı milletimizi tutsak etmek isteyen düşmanları, Allah’ın yardımıyla ne olursa olsun mağlup edeceğimize dair olan inan ve güvenim bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu kesin inancımı yüksek kurulunuza karşı, bütün millete karşı ve bütün dünyaya karşı ilân
ederim! 1921 (Atatürk’ün S.D.I, s.169)

Milli birlik ve başarı

20 Eylül 1919 günü Sivas’ta Amerikan Generali Harbord’la görüşmesi sırasında, General’in "Fakat millet ve siz, her türlü çalışmada ve özveride bulunmanıza rağmen başarılı olamazsanız ne yapacaksınız?" sorusuna verdiği cevap:

-Millet ve biz yok, birlik halinde millet var! Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. Ve şunu kesin olarak söyleyeyim ki bir millet, varlığı ve bağımsızlığı için her şeye girişir ve bu amaç uğrunda her özveriyi yaparsa, başarılı olamaması mümkün değildir. Elbette başarılı olur. Başarılı olamaz ise o millet ölmüş demektir. Şu halde, millet yaşadıkça ve her türlü özveride bulundukça başarılı olamaması düşünülemez ve böyle bir şey söz konusu olamaz!

1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K. Atatürk’le Beraber, Cilt: II, s. 346)

Birlik ve emelde kararlı ve ısrar eden millet, gururlu ve saldırgan her düşmanı eninde sonunda gurur ve saldırısında pişman edebilir. 
1920 (Nutuk II, s. 464)

Toplu bir milleti istilâ etmek, darmadağınık bir milleti istilâ etmek gibi kolay değildir.      
1919 (Atatürk’ün S.D.III, s.12)

Temel görev

Bizim önemli ve asıl olan görevimiz, siyaset yapmak değildir. Bizim ve bütün memleket ve milletin bugün biricik görevi, topraklarımızda bulunan düşmanı süngülerimizle püskürtmektir. Bunu yapamadıkça, siyaset anlamsız bir sözden ibaret kalır. Ben, millî amacın temini için, tek çarenin,savaş ve savaşta başarı olduğunu söylüyorum. Bütün kudretimizi, bütün kaynaklarımızı, bütün varlığımızı orduya vereceğiz. Gücümüzü dünyaya tanıtacağız ve ancak ondan sonra milleti insan gibi yaşatmak mümkün olacaktır diyorum. 
1922 (Nutuk II, s. 657-658)

 

Kudret ve yeteneğin belirtilmesi

Memleketimizde bulunan düşmanları silâh kuvvetiyle çıkarmadıkça, çıkarabilecek millî varlığımızı ve kudretimizi fiilen kanıtlamadıkça diploması alanında ümide kapılmanın yeri olmadığı hakkındaki görüşümüz kesin ve sürekli idi. En doğru görüşün bu olduğunu, bu olacağını, doğal olarak kabul etmek uygundur. Gerçekten, bugünün yaşam şartları içinde bir birey için olduğu gibi, bir millet için de kudret ve yeteneğini, fiilî eseriyle gösterip kanıtlamadıkça değer ve önem beklemek boşunadır. Kudret ve yetenekten mahrum olanlara değer verilmez. İnsanlık, adalet, yiğitlik gereklerini, bütün bu niteliklerin kendilerinde bulunduğunu österenler isteyebilirler. 
1927 (Nutuk II, s. 645)

Zayıf olan, kuvvetli olanın kesinlikle mahkûmudur. İnsanlık, adalet, bütün ilkeler, kurallar ikinci derecede kalır.Her şeyden evvel kuvvettir. 
1920 (G.C.Z., cilt: i, s. 139)

Milli Mücadele’de millete tavsiyeler

Osmanlılar, girişecekleri askerî hareketlerin genişliğine uygun hazırlıklı ve önlemli davranmadıkları için, daha çok, duygu ve tutkularının etkisi altında hareket ettikleri için Viyana’ya kadar gittikleri halde, çekilmek zorunda kalmışlardır. Ondan sonra, Budapeşte’de de duramadılar, geri döndüler; Belgrat’ta da mağlûp ve çekilmeye mecbur edildiler. Balkanları terk ettiler. Rumeli’den çıkarıldılar. Bize, içinde henüz düşman bulunan bu vatanı miras bıraktılar. Bu son vatan parçasını kurtarırken olsun tutkularımızdan, duygularımızdan vazgeçerek dikkatli olalım. Kurtuluş için… Bağımsızlık için eninde sonunda düşmanla bütün varlığımızla vuruşarak onu mağlûp etmekten başka karar ve çare yoktur ve olamaz!.. 
1922 (Nutuk II, s. 636-637)
 
Birinci T.B.M.M.’nin 24 Nisan 1920 günkü gizli birleşiminde söylemiştir:

Amacımızın, yüce amaçlarımızın elde edilişi için düşmanlara silâh verecek her türlü husustan sakınmamız gerekir. Yalnız ve yalnız bir şey düşünmek zorundayız; o da memleketin kurtuluşudur! Millete bağımsızlık temin edileceği güne kadar, bir birey olarak bütün varlığımla çalışmaya kutsal bildiğim her şey adına söz vermişimdir. Bu sözü burada tekrar etmekle şeref kazanırım.
1920 (G.C.Z., cilt: 1, s. 10)

Sinir gevşetici sözlere önem verilmemelidir

Millete Sinir gevşetici sözlere, telkinlere, önem ve itimat göste-rilmemelidir. Osmanlı tarzı yönetim ve siyasetinin yarattığı bu çeşit düşünüş biçimleri reddedilmelidir. Ordu ile, savaş ile, inat ile bu işin içinden çıkılmaz tarzındaki, kaynağı dışarıda bulunan öğütlere uymakla, bir vatan, bir millet bağımsızlığı kurtulamaz. Tarih, böyle bir olay kaydetmemiştir. Bunun tersini düşünerek hareket edeceklerin acı sonuçlarla karşılaşacaklarına, şüphe yoktur. Türkiye, işte, bu yoldaki yanlış fikirlere., yanlış düşünüş biçimlerine sahip olanlar yüzünden, her yüzyıl, her gün, her saat biraz daha gerilemiş, biraz daha çökmüştür. Bu çöküş, yalnız maddiyatta olsaydı, hiçbir önemi yoktu. Ne yazık ki çöküş, ahlâk ve manevî değerleri de içine almış görünüyor. Hiç şüphe yok ki, bu büyük memleketi, bu koca milleti yok olma uçurumuna götüren başlıca sebep, bu olmuştur.
1922 (Nutuk II, s.637)

Millete yeni bir iman vermek gerekir

Güçsüz ve korkak insanlar, herhangi bir felâket karşısında milletin de hareketsiz kalmasına, çekingen bir hale gelmesine yol açarlar. Beceriksizlik ve tereddütte, o kadar ileri giderler ki, âdeta kendi kendilerini küçük görürler. Derler ki, biz adam değiliz ve olamayız! Kendi kendimize adam olmamıza imkân yoktur. Biz kayıtsız ve şartsız, varlığımızı bir yabancıya bırakalım. Balkan Savaşı’ndan sonra milletin, özellikle ordunun başında bulunanlar da, başka tarzda ve fakat aynı düşünüş biçimini izlemişlerdir. Türkiye’yi, böyle yanlış yollarda batma ve yok olma alanına sürükleyenlerin elinden kurtarmak gerekir. Bunun için, bulunmuş bir gerçek vardır, ona uyacağız. O gerçek şudur: Türkiye’nin düşünen kafalarını, büsbütün yeni bir imanla donatmak… Bütün millete taze bir manevî güç vermek!
1922 (Nutuk 11, s. 637-638)

 
Olumsuz propagandalar ve milletin kararlılığı

Şurada acıklı bir gerçek olmak üzere söyleyeyim ki,memleketimizde pek çok yabancı parası ve birçok propagandalar dolaşıyor. Bundaki amaç pek bellidir ki, millî hareketi sonuçsuz bırakmak, millî emelleri felce uğratmak,Yunan, Ermeni emellerini ve vatanın bazı önemli parçalarını işgal amaçlarını kolaylaştırmaktır. Bununla beraber herdönemde, her memlekette ve her zaman görüldüğü gibi bizde de kalbi ve sinirleri zayıf, kavrayışsız insanlarla beraber vatansız ve aynı zamanda refahını ve kişisel çıkarını vatan ve milletinin zararında arayan adî kimseler de vardır. Doğu işlerini çevirmede ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek usta olan düşmanlarımız, memleketimizde bunu âdeta bir örgüt haline getirmişlerdir. Fakat kutsal bildiği her şeyini kurtarma amacıyla çırpınan bütün millet, bu kararlılık ve mücadelesinde her türlü güçlükleri kesinlikle ve ne olursa olsun kırıp süpürecektir. 
1919 (Nutuk III, s. 930-931)

Birinci T.B.M.M.’nin gizli birleşiminde söylemiştir:

Efendiler, varlığımızı korumak için, geleceğimizi, bağımsızlığımızı temin için, karşımızdaki düşmanların emellerini yakından biliyoruz ve düşmanların bu emellerini elde etmek için uygulayacakları kuvvetleri de biliyoruz. Fakat düşmanlarımız, kendi tutkularını bizim yok olmamızla temin etmek için, sahip oldukları kuvvetlerden hiçbirini kullanmıyorlar. Tersine, amaçlarına erişebilmeleri için en kuvvetli buldukları yol, yine bizi birbirimize vurdurmaktan ibaret olmuştur. Ne yazık ki, İstanbul ortamında düşmanlarımıza, düşmanlarımızdan daha çok hizmet edenler, amaçlarını kolaylaştıranlar bulunuyor. İşte, asıl onların yardımı ile yazık ki, vatanımızın bazı noktalarında milletin bütünlüğünü, dayanışmasını dışarıya karşı yokmuş gibi gösterecek ve memleketimiz içerisinde karışıklığa işaret edecek durum vardır. Meselâ hepimizce bilinen Anzavur durumunu hatırlayabilirsiniz. Anzavur, çok zamandan beri İngilizlerin parasıyla, silahıyla, kışkırtmasıyla ve şüphesiz, İstanbul’da nitelik ve ahlâklarını göstermeye çalıştığım kimselerle beraber faaliyet gösteriyordu. 
1920 (G.C.Z., cilt: 1, s.7)

Az rastlanmakla beraber üzüntüyle işitiyoruz ki, milletin tarihini okumamış veya millî duygudan mahrum kalmış olması gereken bazı kişiler, yabancıların aleyhimizde ileri sürdükleri suçlamaları  reddetmedikten  başka,  vatanlarını suçlu göstermekten çekinmiyorlar, bu gibilere lanet!
1919 (Atatürk’ün S.D.II, S. 9-10)

Damat Ferit Paşa Kabinesi ve yaydığı gerçek dışı söylentiler

Amaçlarımızın niteliğinin açıklamalarımızdan ve aynı zamanda hareketlerimizden anlaşılması gerektiği halde bir kısım kötü niyetli kişiler, uydurma söylentiler ve gerçekleri saptırma kampanyasına giriştiler ve amaçlarımıza aklımızdan hiçbir zaman geçmemiş ve gerçekle hiçbir ilgisi olmayan şekiller vermeğe çalıştılar. Bu hususta en ileri gidenler, İngilizler ve onların elinde sadece bir oyuncak olan Ferit Paşa Kabinesi’dir.

Ferit Paşa ve arkadaşları, yönetimin meşrutî ve özgür şartlar altında devam etmesi, millî kuvvetlere dayanması durumunda ellerinde hiçbir kuvvet kalmayacağına inanmışlardır. Bu sebeple olgunluğunu kanıtlamış olan ve uygar ve doğal hakları üzerinde gücünü ve bilincini gösteren millet, bu kabinenin biricik düşüncesinin millî örgüt ve onun hareketlerini bastırmak olduğunu anlamıştı. Bu bastırma girişiminde hükümetin başlıca silâhlarından biri, millet tarafından İttihatçılar’a karşı duyulan korkudur. O İttihatçılar ki, milletin zararına birkaç yıl süren kötü yönetimleriyle ve memleketi içinden güçlükle sıyrılmaya uğraştığı bir uçuruma sürüklemek suçuyla bütün dünyada kıskanılmayacak bir şöhrete sahiptir. Bu korku üzerinde işleyen şimdiki hükümet boş yere, her türlü kişisel tutkudan uzak olan ve bütünüyle millî amaçlar izleyen bizim hareketimizi İttihatçılarla ilgili göstererek küçültmeye uğraşıyor. Kabine’nin tutunduğu diğer silâh, bolşevizm korkusudur. Valilere yapılan resmî bildirilerde, Bolşeviklerin Anadolu’ya girdiklerini ve bizim faaliyetlerimize bunların ilham verdiğini söylemekten çekinmiyorlar.

Gerçekte İttihatçılar tarafından memleketin içine sürüklendiği acı sonuçlan, Ferit Paşa ve onun gibilerden çok daha iyi anlıyor ve takdir ediyoruz. Amacımız, anavatanın ve milletin varlığına son bir darbe vurmak demek olan maceralara girmekten çok uzak olarak, büyük bir dikkatle ve uyanıklıkla ilerlemek ve kurtuluş ve refahı sağlayacak yolları bulmaktır. Bu sebeple bizlerle İttihatçılar arasında herhangi bir ilişki olamaz.

Bolşeviklere gelince, bizim memleketimizde bu doktrin’in hiçbir şekilde bir yeri olamaz. Dinimiz, âdetlerimiz ve aynı zamanda sosyal yapımız tamamıyla, böyle bir fikrin yerleşmesine uygun değildir.
… Son olarak, sosyal bakımdan dinî ilkelerimiz bolşevizm’i benimsemekten bizi uzak tutmaktadır. Türk milletinin bu doktrin’e karşı hiçbir eğilimi olmadığının ve hatta gerektiğinde mücadeleye hazır olduğunun en iyi kanıtı, Ferit Paşa’nın bolşevizm’in memleketi istilâ ettiği veya etmek üzere olduğu yolundaki aslı olmayan söylentilerine karşı milletin duyduğu dehşet hissidir. Ferit Paşa Kabinesi, tam anlamıyla İngilizlerin istilâ tutkuları için biçilmiş kaftandır.
1919   (Atatürk’ün T.T.B.1V, s.78-79)

Sivas Kongresi’ni açarken söylemiştir:

Efendiler! Burada büyük üzüntülerle yüksek kurulunuzun bilgisine sunacağım ki, memleketin ve milletin kutsal amaçlarını sağlamada acizlik ve beceriksizlikten başka bir kudret gösterememiş olan İstanbul Hükümeti milletin sesini boğmak, millî ortak bağları kırmak ve bu suretle milleti daima mağlup göstermek gibi ancak düşmanlarımızın çıkar hesabına kaydolunan son çırpmış ve tutarsız hareketlerinde bütün yiğitliğini takındı. Bu hal millî tarihimizde elbette İstanbul Hükümeti hesabına pek lekeli bir dönemdir. Teşekkür olunur ki efendiler, millet ve millî kudretin bütünüyle yardımcısı olan namuslu ordumuz, İstanbul Hükümeti’ni uyararak zararlar sonuçsuz bırakılmıştır. Bununla beraber kötü etkiler bir miktar gecikmelere sebep olmuştur.
1919 (Atatürk’ün S.D.l, s.9)

Millî Mücadele’de İttihatçılık iftirası

Bize İttihatçı diyenler unutuyorlar ki, millî hareket bütün millet tarafından yapılmaktadır. Eğer işin içinde İttihatçılık olmak gerekse bütün millet İttihatçılıkla suçlanmış olur: Fazla olarak gerek şimdiye kadar yayınladığımız bildirilerde ve gerekse genel kongrede kabul edilen yemin metniyle, hiçbir partiye mensup olmadığımız ve İttihatçılıkla ilgimiz bulunmadığını dünyaya ilân ettik.
1919 (Atatürk’ün S.D.1I1, s.3)

Canlandırılmasından en fazla kaçınılan şey İttihat ve Terakki Partisi’dir. Bir kere kongreye katılan üyelerin her biri kesinlikle böyle bir girişimde bulunmayacaklarına dair yemin etmişlerdir. Yemin kutsal bir üstlenme demektir. Namus sahibi olan kimse, verdiği sözden geri dönmez. Diğer taraftan İttihat ve Terakki, siyaseti bakımından da değerini yitirmiştir. Öyle değil mi? O partiye mensup olan kişiler iktidarda iken milletimizin gereksinimi, mizacı ile ilgisi olmayan istilâcı bir politika izlediler. Kendi toprağı emek ve özene muhtaç iken, bu milletin gözlerini başka noktalara yöneltmeye çalışan bir siyaset, doğal bir siyaset değildi. Bu nedenle yenilgiye uğramaya mahkûm idi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Ceraiyeti’nin emeli ise o siyaset nedeniyle bu hale gelen zavallı memleketi ve toprakları haksız emperyalizm ve kolonizasyon siyasetleriyle istilâya, parçalamaya çalışan yabancı ve saldırgan kuvvetlere çiğnetmemek! Bu düşünce ile hareket eden bir cemiyet, ruh ve varlık sebebi olarak, kendisini kapatmış İttihat ve Terakki Partisi’ni tekrar diriltecek yetenekte değildir.
1919 (Atatürk’ün S.D.III, s.8)

Cemiyetimizde İttihatçı olarak kimse mevcut değildir. İttihatçılık tarihe karışmıştır. Hükümet Merkezi’nin, Batı’nın siyasal hatası onların yeniden canlanmasına sebep olmadığı takdirde millet bunun canlandırılmasını aklına bile getirmeyecektir. 
1919 (Atatürk’ün S.D.V, s.79)

Herkesçe bilindiği gibi, adı geçen cemiyet Mütareke’nin ertesinde o zamanki İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nin davetiyle merhum Talât Paşa’nın başkanlığı altında yapılan kongresi kararıyla Teceddüt Partisi’ne dönüşmüş ve bütün hukuk ve mallarını anılan partiye devrederek İttihat ve Terakki adının tarihe emanet edildiğini ilân etmişti. Vaktiyle zaten birçoğumuz o cemiyetin kurucu ve üyelerinden bulunuyorduk. Son kongresi kararıyla tarihe göçen anılan cemiyetin mensuplarıyla sonradan kurulan Teceddüt Partisi mensuplarının büyük kısmı, büyük milletimizin yüce kararından doğan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne katılmış ve bu cemiyetin programını kabul etmiştir.
1923 (Atatürk’ün S.D. III, s.62-63)

Milli Mücadele ve Türk Milleti

Millî Mücadele Millî Mücadele’yi yapan, doğrudan doğruya milletin ve Türk milleti kendisidir, milletin evlâtlarıdır. Millet analarıyla, babalarıyla, kız kardeşleriyle mücadeleyi kendisine ülkü edindi. Biliyorsunuz ki, yüzyıllarca süren mücadeleler ve bunların sonuçları olarak da yüksek tarihî zaferler vardır. Fakat o zaferlerin etkenleri kendi ülküleri olarak değil, şunun bunun tutkusu peşinde kul köle olarak bulunmuşlardır. Halbuki Millî Mücadele’de kişisel tutku değil, millî ülkü, millî onur gerçek etken olmuştur. 
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s.231)

Hepinizce bilinmektedir ki, milletimiz yüzyıllardan beri iki kuvvetin, iki zorba kuvvetin, iki yok edici kuvvetin baskısı altında üzüntü ve elem duymakta idi. O kuvvetlerden birisi: Doğrudan doğruya memleket ve milleti yönetmek iddiasında bulunan zorbalar, ikincisi: Bütün bir emperyalist ve kapitalist âlemidir.

Yüzyıllarca bu iki kuvvetin baskısı altında kalmış olan millet, şüphesiz ki gayet zayıf bir haldedir. Fakat, baskıların sonucunda büyük uyanmalar oldu. İşte, bizim milletimizde de o uyanış oluşmuştur ve biz, böyle bir uyanış döneminin içinde bulunuyoruz. Gerçekten bir buçuk yıl evvel, bir yıl evvel millet, aynı zamanda bu iki kuvvete karşı isyan etmiş ve mücadeleye başlamıştır. Emperyalist kuvvetler, milletimizi, hukuk ve onur ve bağımsızlıktan mahrum ve bunları kavramayan bir hayvan sürüsü saydığı için böyle bir sürünün elinde sayısız doğal hazinelere sahip, değerli ve geniş bir memleketin bırakılmasını uygun göremezdi. Onların görüşüne göre, bu memleketi parçalamak ve bu memleketteki insanları tutsaklık altına almak gerekli idi. Böyle bir emel, böyle bir amaç izliyorlardı ve Genel Savaş’ın sonucuyla oluşan fırsattan yararlanarak, Ateşkes ile milletin ve ordunun elinden silâhlarını da aldıktan sonra işe girişmişlerdir. Bir taraftan içeride bulunan dalgın veya hain kuvvetler, memleket ve milleti âdeta bu dış kuvvetler gibi, bu dış görüşler gibi telâkki ediyorlardı. Bu sebeple onların da çalışması, en hain düşmanların çalışması niteliğinde belirtisini göstermiştir. İşte, bundan bir yıl önceki durumumuz böyle bir şekil ve renk ve manzara gösteriyordu. Halbuki, milletimiz hiçbir zaman düşmanlarımızın anladığı gibi hukukuna ve bağımsızlığına yabancı değildir. Tam tersine büyük bir aşkla ve aşkî bağ ile, vicdanî bağ ile bağımsızlık ve onuruna bağlıdır ve yine milletimiz içerideki cahil ve dalgınların ve hainlerin telâkki ve ifade etmek istedikleri nitelikte de değildir. İşte bir yıldan beri devam etmekte olan savaşımlarımız sonucunda millet, içeriye karşı, dışarıya karşı ve bütün dünyaya karşı varlığının yüksek niteliğini bütün kanıtlarıyla kanıtlamış bulunuyor. Bugünkü durumumuzu ifade etmek gerekirse, milletin doğal temsilcilerinden kurulan Meclis ve onun hükümeti, istisnasız bütün memlekete egemendir ve egemenliğini korumak kuvvet ve kudretine sahiptir.
1921 (Devre: 1, İçtima: 1, Toplantı .139, I. T.B.M.M. Zabıt Cerideleri, 1944)

Milli Mücadele’de Türk Ordusu

Bilmek gerekir ki, ordu millî örgüt kadrosu dışında değil, belki onun ruh ve esasını oluşturmaktadır.
1919 (Nutuk 1, s.350)

İnanabilirsiniz ki, ordumuzun hiçbir eri dışarıda kalmamak üzere bütünü izlediğimiz kutsal davayı tamamen kavramıştır. Ordularımız Türkiye’nin düşmanlarını, dostlarını da tamamen anlamıştır. Ne için savaştığını biliyor ve hangi sonucu amaçlayıncaya kadar savaşma zorunluğunda olduğunu tam bir kararlılık ve vicdan rahatlığıyla takdir ediyor. Arkadaşlar! Yüce Meclisinizin bilinen ağır güçlükler içinde oluşturmayı başardığı ordular, gerçekte Viyana surlarına dayanan eski Osmanlı ordularından biri değildir. Ancak sahip olduğu yüksek ve insanî ülkü bakımından onlardan daha yukarı üstünlükte, değerde bir çelik parçasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde tutku aracı olmaktan uzaktır. İnsanca ve bağımsız yaşamaktan başka amacı olmayan milletin, aynı ülkü ile duygulanmış ve yalnız onun emrine uyan ve ona bağlı öz evlâtlarından oluşmuş saygıdeğer ve kuvvetli bir topluluktur. 
1922 (Atatürk’ün S.D. I, s. 239)

Ordu, milletini böylece manen ve madden kendine yardımcı gördükçe, gösteregeldiği özveride daha pek çok ileri gidecektir. 
1921 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s.412)

Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının görevi, Mi-sak-ı Millî kararlarını sağlamaktır.
1922 (Atatürk’ün S.D. 111, s.40)

Ordumuz, vatanımız içinde bir tek düşman askeri bırakmayıncaya kadar izlemesine, baskısına ve saldırısına devam edecektir. 
1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 181-182)

Ordumuz, yaşam ve onur mücadelesinde milletin ve milletin amaçlarının biricik dayanağıdır. Ordu, kendisine düşen bu yüce görevinde hakkıyla başarılı olabilmesi için gereken niteliklerin birincisi, demir gibi bir disiplindir. Orduda disiplinin biricik belirti aracı aydın, kahraman, özverili subaylardır.